Sen sana ne sanursan ayruğa da anı san...
Ağustos ayının 20.günü Remzi kitapevinde yeni çıkmış kitaplara bakarken çocuk yazınının usta kalemlerinden Sevim Ak’ın Can yayınlarından çıkan bir kitabı dikkatimi çekti:
Güneşin Çocukları
Bir başka usta yazar Orhan Pamuk,Yeni Hayat isimli romanına “Bir gün bir kitap okudum, bütün hayatım değişti” cümlesi ile başlar.
İşte bu roman cümlesinin Eylül 9 geldiğinde 10 gün süre ile benim yaşamım için de gerçek olacağını, Güneşin Çocuklarını okumaya başladığım 20 Ağustos gecesi kestirebilmeme imkan yoktu.
Kitabı ertesi gün sabahın ilk ışıklarını karşılayarak bitirdim.Etkilenmemin boyutlarını anlatabilmek mümkün değil. Hemen bir şeyler yapmak istedim.
İlk iş İlkyar sitesini inceledim.Kendi gücüme uygun bir bağış miktarı belirledim.Uyanır uyanmaz bankaya koşup gerekeni yaptım, içimi bir huzur kaplaması gerekiyordu. Kaplamadı.
İlkyar web sitesine bir ileti yolladım, yetinmedim, bir de Güneşin Çocukları ile ilgili tanıtım yazısı yazıp Cumhuriyet gazetesi kitap ekine, Sihirli Değnek sayfası yöneticisine yolladım.
Artık yatışmıştım. Elimden gelen her şeyi yaptığımı biliyordum.
Sanırım evren aynı fikirde değildi, daha yapabileceğim bir şeyler olduğunu düşünüyordu ki 2 Eylül günü bir e posta aldım.
İlkyar Vakfı başkanı Hüseyin Hoca 9 Eylül-20 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek 5.İlkyar güz projesine katılıp katılamayacağımı soruyordu.
Aile meclisi (eşim ve kızım) toplandı, ikisi de bu kentsoylu, büyük kentlerin ilkokulları dışında öğrenci deneyimi olmayan çocuk kitapları yazarının bir an önce ülke gerçeklerini yaşaması konusunda fikir birliğine vardı. İşte 10 gün sürecek serüven böyle başladı.
Doğrusu projeye katılırken tek endişem vardı.
Aldığımdan daha çoğunu verebilecek miyim?
Malatya, Tunceli, Erzurum, Bayburt, Giresun, Sivas, Ordu, Tokat illerinde 14 YIBO, 2 köy okulunu kapsayan 2004 güz projesine arı gibi çalışan 36 gönüllü katılmıştı.
Boğaziçi Üniversitesi matematik öğretmenliği 3.sınıf öğrencisi Onur’un sözü benim için de projenin anlamını açıklıyor.
“Ayfer Hanım, bu proje benim için insanlığa geri dönüş anlamını taşıyor. Tüketim toplumu İstanbul’da kıskaçlarını benliğimize öylesine geçiriyor ki, ben bu projede soluk alıyorum.”
Proje boyunca gittiğimiz okullarda onlarca öğretmenle sohbet etme fırsatı yakaladım.
Ortak dertleri tekti. “YETEMEMEK.”
Bir an için kimi anne babasından ilk kez ayrılmış, onları bir daha en iyi şartlarda 15 gün sonra, kimi durumlarda iki ayda bir görecek bir okul dolusu (ortalama 300) öğrenci düşünün.
Ağlayanı, altına kaçıranı, tek başına banyo yapmayı bilemeyeni, madeni yemek tepsisini taşımaya gücü yetmeyen, boyu yemek masasına yetişemeyen onlarca öğrenci.
Hepsi öğretmenden ilgi, sevgi, anne şefkati bekleyen minicik fidanlar. Sularsan boy atacaklar, sevgiyi esirgersen içine kapanıp kavruk, sorunlu bireyler olacaklar.
Öğretmenler bu gerçeği vicdanlarının en derin köşesinde hissedip neredeyse 24 saat çabalıyorlar.Yine de yetemediklerini hissedip acı çekiyorlar.
YİBO’larda layıkıyla öğretmenlik mesleğini yapanların hakkını ödemek mümkün değil.
İlkyar proje grubunun bir okul günü şöyle geçiyor.
• 4.45 kalkış
• 5.00 kahvaltı
• 5.30 hedef okula hareket
• Okula varış, İlkyar ekibinin tüm öğretmenlerle tanışması
• Vakıf başkanı Hüseyin Hocanın vakfı ve amaçlarını tanıtan saydam destekli konuşması (tüm öğrenci ve öğretmenlere)
• Gönüllü ekibin sınıflara dağılımı ve etkinliklerin başlaması
• Öğlen arasında kütüphane yerleştirilmesi
• Gün sonunda tek tek her çocuğa bir TÜBİTAK kitabının armağan edilmesi
• Bahçede oyunlar
• Akşam yemeği
• Yemek sonrası toplantı, sınıf birinci, ikinci, üçüncülerine armağan verilmesi
• Film gösterimi (Balık Nemo…)
• Türkülerle eğlenme, birlikte horon tepme
• Veda (9.30)
• Yatakhanelere yerleşme, çocuklarla aynı şartlarda uyuma
Proje gönüllüleri çok değişik alanlarda etkinlik yapıyor. Fizik, kimya, robot, kim korkar matematikten, origami, yaratıcı drama, müzik, resim, geleceğe mektuplar, eğitimde motivasyon, bilgisayar, tarih-arkeoloji, öykü okuma-öykü yaratma, bedenimizdeki görünmeyen canavarlar etkinliklerini soluksuz izliyor öğrenciler. İlkyar gönüllüleri bir kuyruklu yıldız gibi parlayıp geçiyor miniklerin yaşamından. Geride bırakmak istedikleri okumaya yönelik kavurucu bir arzu ve bilimsel merak duygusu.
Proje boyunca kimi okullarda 3, 4 ve 5.sınıflarla, kimilerinde 4 ve 5.sınıflarla çocuk edebiyatını konuştuk.Seçme şansı verilince çocuklar ya Büyülü Bahçe ya da Nisan Bebek isimli öykülerimi dinlemeyi yeğlediler.Genellikle ilk iki sayfayı hafif gürültü ederek, aralarında fısıldaşıp kikirdeşerek dinlerken ,üçüncü sayfadan sonra mutlak bir sessizlik sarıyordu sınıfı. İşte bu beni çok mutlu etti.
Yola çıkarken yakınlarım beni uyarmıştı. “Kent çocuğunun algılamasından farklı olabilir köy çocuğunun algılaması.Beklediğin tepkiyi bulamazsan üzülme.”
Yakınlarıma yanıldıklarını hiç böylesine sevinerek söylememiştim.
Öykü bittikten sonra yazarlık hakkında konuştuk.Çoğunluk kitaplarım için konuyu nasıl bulduğumu merak ediyordu.Öykü yazmanın zor olduğuna inanıyorlardı.
İşte bu noktada öykü yaratma çalışmalarına geçtik. Gün batımında sahilde yürüyen bir kız çocuğu ve köpeğinin resminden yola çıkarak yaratıyorduk öykümüzü.Bir kez yöntemi kavrayınca tüm tutuklukları ortadan kalkıyor, “ÖĞRETMENİM” çığlıkları sınıfı kaplıyor; ben hangi parmağın sahibini sohbete katacağımı şaşırıyordum.
Yazarın karar seçenekleri olduğunu vurguluyordum. Değişik kararlar farklı öyküler demekti.Yaşam da seçenekleri farkında olmak, seçenekler yaratmak ve bir kez seçeneklerden birine karar verince elinden gelenin en iyisini hiç pes etmeden yapma sanatı değil miydi?
Öykünün sonunda soruyordum:
“Bu öyküyü kim yazdı?”
“BİİİİİİİİZ” diye cıvıldaşıyorlardı.
“O zaman kendinize aferin deyip, kendi başınızı okşayacak mısınız?”
Önce şaşırıp kalıyorlar sonra yüzlerine inanmaz bir ifade ardından kocaman bir gülücük yerleşiyor, yüzlerinde güneş açıyor ve keyifle kendi başlarını kendi minik elleriyle bir güzel okşuyorlardı.
İşte o zaman huzur duyuyordum.Biliyordum ki bir çocuğun okuma sevgisi duymasına bir nebzecik katkım olmuştu.
Proje boyunca bir etkinlik saatini paylaştığım yaklaşık 1200 çocuk oldu.
Suzan’ı Pertek te tanıdım. Ağabeyi iki yaşında ölmüş.Yol olmadığı için hasta oğlunu at sırtında doktora yetiştirmeye çalışmış Suzan’ın babası.Yolda yitirmiş oğlunu.Sonra peşpeşe 5 kız doğmuş, oğlan niyetine.Geçim zorlaşmış,baba İstanbul’a çalışmaya gitmiş.
Kömür işinde çalışırken tek gözünü kaybetmiş,bel fıtığı olmuş. Geri gelmiş, çalışamıyor.
Suzan’a amcası ve halaları bakıyor. Suzan annesinin acılarını anlatmak istiyor.Öyküyü yazıp yollayacak,söz verdi.
Demirözü’nü düşündüğümde gözümün önüne kalın kızıl sarı örgüleri ve çilleriyle Sümeyra geliyor. Dokuz kardeşin en küçüğü Sümeyra. Babası yok. İstanbul’da çalışan iki ağabey yardım ediyor köyde kalan aileye.Sümeyra hayatta en çok, okuyup, üniversiteye gitmek istiyor.Her etkinlik arası beni bulup,başını omuzuma yasladı.Akşam,yemekten önce buluşup kütüphanedeki İlkyar armağanı yeni kitapları inceleyecektik.Soluk soluğa kütüphaneye geldi.
“Öğretmenim,sözümü tutamayacağım”,dedi.
Biraz üzgün olmasını beklerdim ama ,o,sevinçliydi.
“Hayırdır,ne oldu Sümeyra?”
“Öğretmenim,sesim güzelmiş.Akşam üç arkadaşımla bir türkü çığıracağız.Hem de bütün okula.Çok çalışmam lazım.Haber ettim,gidiyorum,öğretmenim.”
Gülcan’ı da Nazimiye YIBO’da tanıdım.Yemekten önce bahçede yürümek istedi, “Ama yalnız ikimiz öğretmenim.” Hemşire olmak istiyordu.
“Neden doktor olmak istemiyorsun?”,diye sordum.
“Olamam,zor.Kızlara hemşirelik yakışır.”,dedi.
Her şeyin beyinde başlayıp,beyinde bittiğini konuştuk. “İnanır,çalışırsan olamayacağın hiçbir meslek yok.”,dedim.Kadın doktorlardan örnekler verip,uzun uzun Dr.Türkan Saylan’ı anlattım. O sırada,akşam yemeği zili çaldı,yemek kuyruğuna girdik.Gülcan önde,ben arkada bekliyorduk. Ansızın döndü,boynuma sarılıp öptü.
“Yaşlısan ama çok iyisen be öğretmenim!”,dedi.
Bu yarım asırlık yürek Gülcan’ı unutur mu?
Bu isimleri çoğaltmak mümkün.İsimler değişiyor ancak tablo değişmiyor.Yoksulluk,eğitimsiz aileler,çok kardeşlilik,kendine güven eksikliği ve hüzün,hep hüzün.
Siz, bu satırları okurken, eminim bu miniklere nasıl destek olacağınızı düşünmektesiniz.
Bilin ki ,doğuda bir YIBO’da anne babasından uzak bir minik yalnızlığını İLKYAR’ın okul kütüphanesine armağan ettiği 700 kitaptan birini seçerek unutacak, seçtiği kitapla belki denizin 20000 fersah altına dalacak, belki BEYNİMİZ kitabını inceleyip doktor olmayı düşleyecek ya da Orhan Veli’nin şiirlerini okurken uykuya dalacak.
Doğuda bir çocuk düşlerinde bilim insanı olduğunu görürken, bir başka yerde, örneğin Ankara’da ODTÜ’de, yatılı okuldan yetişip, doktora yapmış ve ülkesinin ilerlemesinin yolunun bilimden geçtiğine yürekten inanmış bir başka insan, Hüseyin Hoca ise uykuya dalarken bir büyük Türk bilgesi Yunus Emre’nin şu dizelerini mırıldanacaktı.
Sen sana ne sanursan ayruğa da anı san
Dört kitabun ma’nisi budur eğer varısa
Ayfer Gürdal Ünal, 29.09.2004
www.ilkyar.org.tr ilkyar@ilkyar.org.tr
İLKYAR izlenimlerindeki resimler izinsiz kullanılamaz